prof. Dr. Reşat Öngören: “Muharrem ayı birlik ve beraberliğe vesile kılınmalı”
Geçtiğimiz günlerde Hicri 1445 yılına girildiğini hatırlatan Tasavvuf İlimleri Enstitüsü Enst. Üye Dr. Reşat Öngören, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve İsa’nın doğumundan itibaren Hz. Adem’in tövbesi kabul edildi ve Hz. Yunus’un balığın karnından çıkarıldığı gün gibi tarihteki değerli olayları temsil ettiğini belirtti. Öngören, Muharrem’de Kerbela olayını anarken dikkat edilmesi gereken en önemli hususun aşırılıklardan kaçınmak, yeni üzüntü ve husumetlere yol açmamak olduğuna da dikkat çekti.
Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Enst. Üyesi Dr. Reşat Öngören, içinde bulunduğumuz Muharrem Ayı’na ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Hicri ayların ilki: Muharrem ayı
Geçtiğimiz günlerde Hicri 1445 yılına girildiğini hatırlatan Tasavvuf İlimleri Enstitüsü Enst. Üye Dr. Reşat Öngören, “Peygamber Efendimiz, hicri ayların ilki olarak kabul edilen Muharrem ayını ‘Allah’ın ayı’ olarak nitelendirmiş ve Ramazan’dan sonraki en faziletli orucun bu ayda tutulan oruç olduğunu vurgulamıştır. Muharrem ayının onuncu gününe ‘aşure’ (aşura) denir. söz konusu.
Aşure günü tarihteki değerli olayları temsil eder.
İslam öncesi Arapların Aşure günü Hz. İbrahim’in doğum gününü kutladıklarını bildiklerini belirten Öngören, “Aynı şekilde Yahudiler de Hz. Nuh’un gemisi bu günde Cudi Dağı’na oturdu ve Hz. Aşure günü Musa ve İsrailoğullarının Firavun’dan kurtulduklarını kabul ederek o gün oruç tuttular. Yahudilerin bu uygulamasına karşılık Peygamber Efendimiz, ‘Biz Musa’ya onlardan daha layıkız’ diyerek ashabına bu günde oruç tutmalarını emretti. Bazı kaynaklarda Hz. Adem’in tövbesi kabul oldu, Hz. Yunus balığın karnından çıkarılmış, Hz. Musa ve İsa’nın doğum yeri olan Hz. Süleyman’a mülk verildi, Hz. Davut’un tövbesi kabul oldu, Hz. Peygamberimizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarının bağışlanacağına Allah tarafından güvence verildiği günün aynı zamanda Aşure günü olduğu kaydedilmektedir. açıklama yaptı.
Mübarek güne karışan tarifsiz bir hüzün…
Hz. Peygamber’in vefatından 50 yıl sonrasına kadar Müslümanlar tarafından mutlu bir zaman olarak kutlanan Aşure gününün 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) tarifsiz bir hüzünle karıştığını belirten Prof. Dr. Reşat Öngören, “Hz. Hüseyin ve ailesi, Aşura’nın o günü Kerbela’da şehit oldular. Şimdi bu olaydan sonra Muharrem ayı farklı bir anlam kazanmış ve bu tarihten sonra Aşure günü müminler sevinç ve memnuniyetten çok acı hissetmişlerdir. Bilhassa Şiiler bu günün sonunu Hz. Hüseyin’in intikamını alma yemininin yenilendiği bir yas gününe çevirdi. Topluca ağlama ve yas tutma ve kendilerini zincirlerle dövme yas törenleri bugüne kadar devam etti.” şeklinde konuştu.
Sufilerin Aşuresi: Hüzün ve neşe bir arada
“Tasavvuf ehli için Aşure günü, özellikle Osmanlı döneminde bir mutluluk ve bir hüzün vakti olmuştur.” Öngören, Muharrem’de tekke ve camilerde Kerbela Olayı’nı anlatan ‘Muharremiyye’ adlı ilahiler okunurken, diğer yandan Kuran-ı Kerim’den bölümler, ilahiler ve dualar pişirilerek belli bir çerçevede dağıtıldığını söyledi. Çeşitli mezheplerin tekkelerinde düzen. . Öngören, tarikat mensuplarından bazılarının Hz. Hüseyin ve oğlunun o günlerde bir damla sudan bile mahrum kaldıklarını ve on gün boyunca ‘su orucu’ tuttuklarını hatırlatarak, şöyle devam etti:
“Yine o günlerde Fuzuli şairin Hadîkâtü’s-sü’edâ adlı eserinden Hz. Hüseyin’in Kerbela olayı; Bilhassa şehadet vakti olan onuncu gün, işin şehadet anısı gelmiştir. Öte yandan ciğerleri paramparça eden bu acı olayda Hz. Peygamber neslini devam ettirecek olan Zeynelabidin’in kurtuluşu ayrı bir memnuniyet vesilesi olmuştur. Bu yüzden mutasavvıflar bugünlerde hüznün ve sevincin ortasında yaşadılar. Bunun bir göstergesi olarak örneğin Kadiri dervişleri iki çeşit aşure pişirmişlerdir: Bunlardan biri Kerbela hadisesinin anısına pişirilen Muharrem, il-i devriye ve obur Hz. Zeynelabidin’in Kerbela’dan sağ salim kaçışını ve Peygamber neslinin devamını kutlamak için pişirilen Safer Aşure. Biri üzüntü ve yası temsil ederken, diğeri coşku ve sevinci temsil ediyordu.”
Muharrem ayı birlik ve beraberliğin vesilesi olmalıdır.
Öngören, Muharrem’de Kerbela olayı anılırken dikkat edilmesi gereken en önemli şeyin aşırılıklardan kaçınmak, yeni üzüntü ve düşmanlıklara yol açmamak olduğuna işaret etti. Hz. Hüseyin ve çocukları için popüler sayılan olaylara sebep olanlara karşı intikam duygularını körükleyerek kin tohumları saçmak bize bir şey kazandırmayacaktır. Bunun yerine bu acı olaylar Hz. Peygamberin Ehl-i Beytine olan sevgiyi pekiştirmeye vesile kılmak daha doğru olur. Çünkü Ehl-i beyti sevmek, Kur’ân’ın emridir. Bu törenler ayrılık, fitne ve kin doğurursa müminler arasında birlik ve beraberlik sağlanamaz. Tasavvuf ehlinin tüm müminler için benimsediği ‘hoşgörü’ ilkesi bu olaya özel olarak dikkat edilmelidir. Nitekim Osmanlı döneminde mutasavvıflar, tekkelerinde aşırılığa izin vermemişler, Ehl-i beyt hakkında yazdıkları eserlerde, Ehl-i beyte zulmedenlerin, ahirette Ehl-i beyt tarafından bizzat bağışlanmıştır. söz konusu.
Öngören, büyük mutasavvıfların bu konudaki hassasiyetinin, başkalarının günahlarına odaklanıp kendi kusurlarını görmekten kaçınma tehlikesiyle ilgili olduğunu da belirtti. . Yezid nefsimize beddua etmek ancak bize lâyık olur. Çünkü hiçbir şeye sahip değiliz. “Bizde af yok, ceza da yok” dedi. Eskiden İslam alimleri ‘Ezidilere sövmeyi’ hoş karşılamıyor, aşırılık olarak görüyorlardı. Böyle bir durum, Yezid’in günahsız ve kusursuz olduğu anlamına gelmez. Burada amaç, hep geçmişin yanlışlarını öne çıkararak Müslümanların birlik ve beraberliğinin bozulmasına ve yeni fitnelerin doğmasına sebep olmak değildir.” dedi.
Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü, yaptırdığı araştırmalarla bütünleşmeyi hedeflemektedir.
Birliğin korunması için her müminin üzerine düşeni yapması gerektiğini vurgulayan Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Enst. Üyesi Dr. Reşat Öngören sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu bağlamda Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf İlimleri Enstitüsünde yapmış olduğumuz akademik çalışmalarda mutasavvıfların çeşitlilik içinde birliği korumak adına neler yaptıklarını tespit etmeye çalışıyoruz. Devam eden tezlerimizin ortasında Ehl-i Beyt ile ilgili iki doktora çalışması bulunmaktadır. Bu çalışmalarda özellikle mutasavvıfların geçmişte ayrılığa ve çatışmaya neden olan olayları tevhid/birlik adına nasıl değerlendirdiklerinin kodlarını bulmaya çalışıyoruz. Bu çalışmalar tamamlandığında birlik ve beraberlik adına değerli akademik bilgilerin ortaya çıkacağına inanıyoruz” dedi.
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı